Makale: Hüseyin ALPAY
Sloven Marksist sosyolog, filozof ve kültür eleştirmeni Slavoj Zizek, bir yazısında şu öyküyü paylaşmıştı:
Bir adamı çalışmak için Doğu Almanya’dan Sibirya’ya göndermişler. Adam mektuplarının sansür görevlilerince okunacağını biliyormuş, bu yüzden daha gitmeden dostlarına, “Aramızda bir şifre belirleyelim. Benden aldığınız mektup sıradan mavi mürekkeple yazılmışsa doğrudur, kırmızı mürekkeple yazılmışsa yanlıştır.” demiş.
Bir ay sonra dostları ondan ilk mektubu almışlar. Mektup mavi kalemle yazılıymış ve mektupta şöyle deniyormuş: “Burada her şey harika, mağazalar tıka basa gıda maddesiyle dolu, sinemalarda güzel filmler var, daireler geniş ve lüks. Bulamayacağınız tek şey kırmızı mürekkep…”
Slavoj Zizek’in öyküsündeki gibi istediğimiz bütün özgürlüklere sahip olduğumuz halde, tek eksiğimizin kırmızı mürekkep olması ne kadar da hazin değil mi… Suya sabuna dokunmadığımız sürece ne Silivri ne de başka bir cezaevi bizden çok uzakta.
Çıkın trafiğe bir kavgaya karışın, adamın birinin kaşını patlatın, dövün, bıçaklayın serbest bırakılırsınız. Ama bu ülkeye dair düşüncelerinizi özgürce yazmak, konuşmak, paylaşmak isterseniz durum çok fena işte. Soluğu ya Silivri’de ya da başka cezaevlerinde almanız o kadar kolay, bir o kadar da net.
Mesela adam elindeki telefonla akla, mantığa aykırı ve her türlü ahlaki değerlere uzak bir şekilde yalanlarla örülü bir dünya kurmuş kendine. Kimden hoşlanmıyorsa nefretini kusuyor, iftira atıyor ya da hayal dünyasında kurguladığı şeyler üzerinden insanları yargılıyor. Sonuçta siyasi yorum yapmıyorsa mahkemeye bile çıkmıyor, “soruşturmaya gerek olmadığı” savcılıklar tarafından hükmediliyor. Ama hasbelkader bir politik analiz, muhalif bir söylem ya da sisteme itiraz ederse bir başkası, işte o zaman mahkemeler devreye giriyor.
Adalete olan inancın aidiyet duygusuyla birlikte yok edildiği bir süreçten bahsediyorum. Suçu olan anne babanın çocuklarının da cezalandırıldığı, suçlu olan çocukların anne babalarının da köle muamelesi gördüğü bir süreç bu. “Suçun şahsiliği” ilkesinin terk edildiği, bir ailede herhangi bir suça iştirak etmiş kişi varsa bütün bir aile efradının linçe maruz kaldığı bir dönem. “Suç” kavramının içerisinde de adam öldürme, yaralama da yok. Hatta birçoğu mahkemelerden beraat de almış binlerce insandan bahsetmek mümkün.
Terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’a “umut hakkı” verilerek tahliyesinin önünü açacak gelişmelere start verildiği günden bu yana; bu ülkedeki sıradan insanların hayatlarının karardığı, aile birliklerinin dağıldığı ve paramparça olmuş bir şekilde yaşama tutunmaya çalıştıkları gerçeğini de siyasetin artık daha net görmesi lazım. Terörist Öcalan’dan esirgenmeyen “umut hakkı”nın yargıda beraat eden, ama bir türlü işlerine kavuşamayan insanlar için de esirgenmemesi gerekiyor.
Ve elbette bu köşe yazısı da kırmızı mürekkebe ihtiyaç duymadan, mavi mürekkeple kaleme aldığımız ve sonsuzlukta bir damla bile olamayacak kalemimizle yazılmıştır…
İsrail tarafından Gazze’de yapılan haksız katliamlara İkizdere ilçesinde tepkiler gösterildi.
Saadet Partisi Çankaya İlçe Başkanı Selim Kayadan, siyasete dair yaklaşımını ve İslami kavramların yanlış anlaşılmasına…
Çetinkaya, gençlerin Zafer Partisi’ne yönelmesinin temelinde milli bilinç ve Atatürkçü duruşun etkili olduğunu vurguladı:
Kayseri Mobilya Fuarı’nda düzenlenen buluşmada, Saadet Partisi Kayseri İl Başkanı Erdal Altun’un davetiyle gerçekleşen tören,…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rize programının ardından Trabzon'a hareketi esnasında, Sarayköy Tüneli içerisinde arıza yapan…
Vali İhsan Selim Baydaş başkanlığında, AFAD Acil Durum Yönetim Merkezi’nde gerçekleştirildi