Makale:Filozof Sosyolog
Dil, bir toplumun kendine tuttuğu aynadır. O aynada yalnızca kelimeler görünmez; geçmişin izi, acının sesi, belleğin tortusu da görünür. İnsan, dünyaya gözlerini açtığında hazır bir dilin içine doğar; o dil, ona yalnızca nasıl konuşacağını değil, nasıl düşüneceğini, neyi ayıp sayacağını, neyi kutsal göreceğini de öğretir. Böylece dil, kimliğin sessiz mimarı olarak çalışmaya başlar.
Toplum, kendini dil aracılığıyla kurar. Kuşaktan kuşağa aktarılan sözler, atasözleri, anlatılar ve suskunluklar; toplumsal hafızayı ayakta tutar. Her kelime, bir deneyimin damıtılmış hâlidir. Bu yüzden dil, bireysel bir anlatım biçiminden çok daha fazlasıdır; kolektif belleğin taşıyıcısı, kültürel sürekliliğin omurgasıdır.
Bireyin topluma karışması, dili içselleştirmesiyle başlar. Ne zaman susulacağını, ne zaman konuşulacağını; hangi sözün saygı, hangisinin sınır ihlali olduğunu insan dile bakarak öğrenir. Dil, toplumsal düzenin görünmeyen yasalarını fısıldar bireyin kulağına. Böylece kimlik, yalnızca kişisel bir tercih değil; toplumsal bir inşa süreci hâline gelir.
Dil ile kimlik arasındaki bağ, tek yönlü değildir. İnsan dili kullanarak kendini anlatırken, kullandığı dil de onu ele verir. Konuşma biçimi, kelime tercihi, vurgu ve ton; bireyin sınıfsal konumunu, kültürel sermayesini, hatta ideolojik yönelimini görünür kılar. Dil bu yönüyle masum değildir. Bazı diller ve söylemler merkezde yer alırken, bazıları kenara itilir. “Doğru” kabul edilen dil, iktidarın sesidir; dışlanan dil ise çoğu zaman sessizleştirilenlerin.
Zaman değiştikçe dil de değişir. Göçle kelimeler yer değiştirir, kentle anlamlar dönüşür, dijital çağda dil hızlanır. Bugün kelimeler daha kısa, cümleler daha acelecidir. Dil, düşüncenin derinliğinden çok dolaşım hızına uyum sağlar. Bu hız, kimliği de parçalar. İnsan kendini anlatmak için artık uzun cümlelere değil, anlık ifadelere sığınır. Anlam genişlemez; daralır.
Dil aynı zamanda bir mücadele alanıdır. Hangi kelimenin dolaşıma gireceği, hangisinin unutulacağı; hangi kavramın meşrulaşacağı, hangisinin susturulacağı tesadüf değildir. Anlamı kontrol eden, kimliği de biçimlendirir. Bu yüzden bir dilin kamusal alandan çekilmesi, yalnızca sözcüklerin kaybı değildir; o dili konuşanların görünmez kılınmasıdır.
Sonuçta dil, bireyin kendini bulduğu; toplumun ise kendini sürdürdüğü yerdir. Dil dönüştükçe kimlik de dönüşür. Dil zayıfladıkça bellek çözülür, aidiyet kırılganlaşır. Bu nedenle “dil, kimliğin toplumsal inşasıdır” sözü bir mecaz değil, bir gerçektir.
Toplum, kelimeleriyle ayakta durur.
İnsan, dilinde kendine rastlar.
Dil susarsa, kimlik de sessizliğe gömülür.
