Hayatlarında hiçbir şey olamamış insanların kurumlar üzerinden algı çalışması yapmaları hep ilginç gelmiştir bana. Elbette söyleyecek sözü olan söyler, yazar. Ötesinde biraz da alçaklık varsa ruhlarında dedikodu da yaparlar.
Ama tüm bunları yaparken aynaya da bakmazlar. Ellerini eteklerini (güya) dünya işlerinden çekmiş bu abi ve ablalarımızın sosyal medyada bir siyasetçi ya da kurum müdürüyle fotoğraf vermeleri kendilerine yeter. Egolarını şişirip tatmin ederler, günü de kurtarırlar böylelikle.
Namaz, niyaz, abdest, hac hepsi vardır ama elleri sıkı olduğu için zekatı 40’ta 1 verirler. Kur’an’da “infak” sözcüğü 200 yerde geçtiği halde 40’ta 1 uydurmasını rehber edinirler. Çünkü cimridirler. Mal, para, altın biriktirmeyi severler. Öldükten sonra biriktirdiklerini götüremeyeceklerini bile bile yaparlar bunu.
Kur’an’ı Kerim’de bunlar için “Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip alay eden kimsenin vay haline!” der Allah. (Hümeze Suresi 2. Ayet) Dini, diyaneti, kitabı mukaddesi kimseye bırakmayan bu zevat, en lüks evlerde oturur, arabanın da en iyisine binerler. “Peygamber devenin en iyisine binerdi” yalanını kendi lüks yaşantılarına gerekçe yapmaktan utanmazlar.
Komşuları açtır, kendileri tok yatarlar. Safahat içindeki hayatlarını başkalarından iyi durumda oldukları için “şükür” ederek taçlandırırlar da o “başkalarını” anlamaya, onlara yardım etmeye asla yanaşmazlar. “Allah’ın vermediğini ben mi düşmüşe vereceğim” sapkınlığında, kibir putları olarak toplumda yaşarlar. Ötesinde, sefil düşüncelerini “İslam” diye başkalarına da dayatma hadsizliğine düşerler.
Ağızlarından “iyilik, güzellik, adalet, sevgi, dürüstlük” sözcüklerini hiç düşürmezler ama kapkara ruhlarındaki kinlerini din yapmışlardır kendilerine. Kinlerini din yapan bu karanlık insanlarla aynı havayı solumanın, aynı caddelerde yürümenin, aynı yerlerde karşılaşmaların verdiği ızdırabı anlatamam. Ama Allah’ın kulu Muhammed’e vahyedilen kitaba inanan bir Müslüman olarak sabretmeyi, tahammül göstermeyi ve bu karanlık dehlizde yaşamayı elbette görev sayarım kendime.
Çünkü onların dininden değilim. İslam’ın aydınlık yüzüyle gönenen, mutlu olan ve her gün çoğalan hayranlıkla sevdiğim inancım, ayakta kalmama yetiyor. Çapsızlıkları, kahpelikleri, adam satmaları, iki yüzlü olmaları, dedikoduyu hayat felsefesi yapmaları umurumda değil. Deryada bir damla bile olmayan insanoğluyuz hepimiz; lakin bunlar Firavun misali kalıcı olduklarını, unutulmayacaklarını ve hep yaşayacaklarını sanıyorlar.
Önemli değil. Kurumlarda kopan fırtına, karşılık görmedikleri kapılar ve arkalarından konuştukları insanlar hayatta kalmalarının bir vesilesi. Bırakalım oyalansınlar. Oynasınlar. Kendi dehlizlerinde debelenip gitsinler. Her türlü iftirayı kendilerinden olmayanlara, isteklerini yerine getirmeyenlere atsınlar. Mühim değil.
Mevzu çap meselesi. Çap yoksa konuşmaya değmez.
Konuşmaya değmezse, artık yazmaya da değmez.
Hüseyin Alpay