Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Eğitime bir de bu yönden mi baksak?

Milli Gazete yazarı Elif Örs’ün kaleminden

Milli Gazete yazarı Elif

Makale/ Elif ÖRS

Son iki yazıda eğitim içerikli yazıları kaleme aldık. Birinci yazımızda yeni yapılmaya çalışılan yeni müfredat ile ilgili olarak ÖĞDER’in hazırlamış olduğu Millî Şuur dergisinde dikkat çektiği konuları ele aldık. Millî Şuur’da ehil kişilerin sorduğu soruları gündeme taşımaya çalıştık. İkinci yazımızda da İslam ve dinî eğitimin yaz dönemine sıkıştırılıp sanki boş, artık zaman doldurma malzemesi olarak görülmekten öte tüm hayata yayılması gereken bir hassasiyeti hak ettiğini belirtmiştik.

Eğitim konusu ülkemizde ve modern zamanlarda tek boyutlu bir şekilde ele alınmaya devam ediyor. Kitle üretimine geçilen dünyada makinalara zarar vermeyecek işverenleri, patronları zarara uğratmayacak, yeni üretim tarzındaki talimatları sağlıklı yerine getirebilecek bir kitle gerekiyordu. Modern dönemlerin eğitim anlayışında yatan buydu. Öyle janjanlı/süslü sözlerin ifade edilmesine bakmayın. İnsanın fıtratına göre bir eğitimi amaçlamadılar. Her insanın farklı kabiliyetlerle yaratılmasına, farklı alanlara yetenekli olmasına rağmen seri üretim şekilde bir alana sıkıştırılıp kaldılar. Her ülke kendi hedefleri yerine getirecek bir eğitim sistemi modelini benimsedi ve uyguladı.

Müslümanlar eğitim meselesine bakması gerekirken insanlığı ıslah edecek bir sistem ortaya koyamadılar. Yaşadıklarımız ortada Müslüman ülkelerin temizlik ile değerlendirdiğimizde bile İslam’ın getirdiği en temel ilkeyi hayatlarına geçirmediklerine şahidiz.

Bir de modern zamanlar insan ufkunu daraltan bir olumsuz etkiye sebep olmuştur. Eğitim denilince sadece devlet tarafından belirlenmiş bir memur olan “öğretmen”in devletin belirlediği bir müfredat dâhilinde dört duvar arasında insan ömrünün. Belirli kısmını geçirmesine sebep olan okullarda yapılan işe dönüştürülmüştür. Sanki sadece insan “okulda” eğitim görüyormuş, terbiye ediliyormuş gibi. “Okumak” fiili sadece okulda yapılan işe indirgenecek kadar insanların bakış açısını daraltmıştır. Dijitalleşme ile bu durum biraz da olsa kırılmıştır.

Fakat eğitim öyle dar bir alana hapsedilecek bir konu değildir. İnsan dünyaya gözünü açar açmaz eğitilmeye ve terbiye edilmeye başlar. İnsan hayatı ilk aile denilen çevresinde gördüklerine göre anlamlandırmaya başlar. Ailede ilk gördükleri ile davranışlarını geliştirir. Aslında eğitim dediğimiz beşikten mezara kadardır. Hatta birçok İslam âlimi bir insanın eğitiminin eşlerin seçiminden başladığını söyler. Çocuğun eğitimi için helal-haramındaki ayrımındaki bir hayat anlayışının gerekli olduğu anlatılır.

Çocuğun eğitiminde en önemli eğitim alanını fark etsek de fark etmesek de yaşanılan şehirler/mekânlardır. Çocuk ilk eğitimini aileden görerek öğrenir, daha sonra ise onu kuşatan çevre eğitir. Sokaklar ve mahalleler bir eğitim alanıdır. Çocuk, şehirlerin kurulduğu dünya görüşüne göre fark edilmeden birçok refleksleri öğrenir. Çocuk, büyüklerine ve küçüklerine nasıl davranacağını okuldan önce mahallesinde öğrenir. Başkalarının sınırlarına riayet etmeyi, başkalarının mahremiyet alanlarını, kul hakkını, komşu hakkını, başkasının malına el uzatmamayı gibi temel konuları mahallede yaşanılan sokakta öğrenilir.

Günümüzde şehir mi, kent mi kuracağına karar verememiş bizim gibi müthiş bir şehir kurma tecrübesi olan bir milletin şu an geldiği nokta hiç iç açıcı bir durum değil. Ülkemizde artan kötü ahlakın ifadesi olan davranışların artmasında şüphesiz şehirlerimizin bozulması yatmaktadır. Çocuklarımızın eğitilmez hale gelmesinde de. Toplu taşıma araçlarında gençlerimizin artık kendinden yaşlılara yer vermemesi de yaşadığımız şehirlerin kaçınılmaz sonuçlarından sadece biridir. Şehirlerde her türlü suç oranlarının sebepleri üzerine düşünmeye başlarken önemli gündem maddelerinden biri muhakkak insanların yaşamaya hapsedildiği günümüzdeki şehirlerimizin (şehir demek doğru değil ama şu an bir terim bulunmuş değil) durumu ele alınmalıdır.

Altını çizmeye çalıştığımız konuyu özetlersek eğitimi tek. Eğitim tek boyutlu ele alınarak çözüm bulunacak bir konu değildir. Çok boyutlu düşünebilmeyi gerektirir. Biz yine soracağız; Müslümanlar bunun neresindeler? Ne kadar İslam’ın hayatlarının parçası olmasını arzuluyorlar, istiyorlar ve düşünüyorlar? Şehirlerimize bakan ne görür? Bu şehirlerde yetişen çocuklar sonunda nasıl bir şahsiyete sahip olur? Çok uzun süredir atalarımızın kurduğu şehirlerde düşünmeden yaşadığımız için şimdi tutulduğumuz betonarmeleşme bize, insanımıza, gençliğimize ve ülkemize neye mal olacaktır?

Yazar Bülent Akyürek, bir yazısında, “Biz betonlaşmaya, gavurlaşmaya, beton kültüründen sonra başladık. Faniliğimizi kaybettik. Ahşap, böceklere de yaşam alanı sağlar. Bakın tabiata ve bütün canlılara saygısı olan toplumlarda beton kullanılmaz. Ahşap yoksa kerpiç, olay bu…” diyerek bir değerlendirmede bulunmuş. Fani olduğunun farkında olmayan kişiye din eğitimini nasıl vermeye düşünüyoruz? Çevresindeki kuşa, böceğe karşı sorumlu hissetmeyen, bir kuzuyu sevmemiş kişi merhameti nasıl öğrenecek? Allah’ın emanet verdiklerine karşı sorumluluk duygusu nasıl geliştirilecek?

Modern zamanlarda yaşayan Müslümanlar olarak İslam’ı ne kadar hayatımızda istiyoruz? Bu konu hakkında şuna da dikkat çekmiş olalım. Mimar Serkan Duman, “Sadece kurban ibadeti bile başlı başına güzel bir şehir kurulabilmesi adına yeterli aslında. Mesela eğer “her aile kendi kurbanını kendi bahçesinde kesebilmeli” prensibi var olsaydı. Esnemez bir kural olsaydı bu, şehirlerimiz çok daha yeşil, sakin ve huzurlu olurdu.”

Yıllardır kürsülere vura vura “İslam devleti önce evlerde kurulur” denilen hocalarımız sahi siz nerede oturuyorsunuz? Betonarme apartman dairelerinde mi? Yoksa bağımsız bir şekilde kurban ibadetinizi yerine getirebildiğiniz tek katlı bahçesi olan, yapımında kullanılan madde ile doğaya zarar vermeyen geri dönüşümü en basit olan malzemelerden yapılan evlerde mi?