Makale: Filozof Sosyolog
Değerli okurlar, bilmem farkında mısınız, her sabah uyanır uyanmaz elimiz telefona gidiyor. Günün ilk “merhaba”sını insana değil, ekrana veriyoruz.
Gülüşlerimiz, öfkemiz, merakımız, aşkımız, yalnızlığımız kısacası duygularımız hepsi orada, o soğuk camın arkasında duruyor. İşte bu yüzden artık yaşadığımız çağın, bir adı var artık: Vijitalizm çağı. Vijitalizm, insanın yaşam enerjisini artık dijital ortamlarda sürdürdüğü yeni çağın adı. Başka bir deyişle; insanın, artık hem biyolojik yani somut olarak yaşayan, hem de ‘paylaşılarak yaşayan’ bir varlık haline geldiği çağın adı da diyebiliriz. Bununla ilintili olarak; 1 Mart 2020 tarihinde katılmış olduğum, Futuristler Derneği’nin düzenlemiş olduğu “Gelecek Günü” seminerinde de bahsedildiği üzere, Yapay zekanın (YZ) hayatımıza daha da girdiği Dijital çağdayız.
Yaşam Artık Dijital Akıyor..!
Vijitalizm, “dijital” ile “vitalizm”in yani “yaşamsallığın” birleşiminden doğan bir kavram. Kısaca söylemek gerekirse, yaşamın dijital ortama taşınması demek. Artık insanlar yalnızca biyolojik olarak değil, dijital olarak da “yaşıyor”. 7’den 70’e artık herkesin bir mail adresi, bir sosyal medya hesabı var. Gündem o kadar hızlı akıyor ki, yakalamakta zorlanabiliyoruz. Sosyal medya platformlarında, bir fotoğraf paylaştığımızda, bir gönderi yazdığımızda, bir beğeni aldığımızda var olduğumuzu zannediyoruz. Artık mutlu olmak, aldığımız bir beğeni, olumlu yapılan bir yorum, paylaştığınız fikrin paylaşılması, ortaya çıkardığınız bir şarkı, şiir, kitap gibi bir eserin kitlelere ulaşmasıyla var oluyor. Yaşam artık sokakta değil, bir ekranın ışığında sürüyor. Sanki kalplerimiz değil, bildirim sesleri atıyor. Öyle bir hale geldi ki, psikolojimizin iyi yada kötü oluşunu dahi yönetmeye başladı.
Dijital Benlik: Kim Gerçek, Kim Dijital? Gerçek biz hangisiyiz?
Bugün kim olduğumuzu sadece aynada değil, profillerimizde de görüyoruz. Bir sosyal medya hesabı, bir profil fotoğrafı, birkaç cümlelik biyografi tüm bunlar bizi anlatır oldu. Artık kurumsal firmalar bile sosyal medya hesaplarımıza bakarak, paylaşımlarımızı analiz ederek, işe almaya başladı. Ön fikir edinme açısından sosyal medya hesaplarımız bizim dijital referansımız olmaya başladı. Paylaşımlarımız, artık iç dünyamızı ele veren dijital aynalara dönüştü. Dışa vurum yapmamızı kolaylaştırdı. Bir şekilde; dijital çağa ayak uydurmak zorunda kaldık. Bir yanımız gerçek, diğer yanımız sanal; ama ikisi birbirinden kopamıyor. Hatta bazen o dijital benlik, gerçek benliğimizden daha güçlü hale geliyor. Gerçek hayatta sessiz biriyken, sanal dünyada cesur bir ses olabiliyoruz. Belki de dijitaldeki “biz”, uzun zamandır içinde yaşamak istediğimiz kişidir.
Beğenilerle Ölçülen Hayat
Vijital çağda artık “yaşamak” demek, görünmek demek. Bir paylaşım yaptığında kaç kişi beğendi? Kaç kişi yorum yaptı? İşte bu sorular, günümüz insanının nabzı gibi olmaya başladı. Beğenilmek, fark edilmek, paylaşılmak bir tür “yaşam enerjisi” haline geldi. Ama görünmez olduğumuzda, sessiz kaldığımızda kendimizi sanki yok gibi hissediyoruz. Bu yüzden birçoğumuz dijitalde hep “canlı kalmaya” çalışıyoruz. Belki de o yüzden bu çağın en sessiz çığlığı şudur: “Gör beni!”
Hızlanan Zaman, Yüzeyselleşen Duygular ve Yorgun Ruhlar
Eskiden bir anı yaşamak zamana yayılırdı. Şimdi her şey sanki bir “hikâye”ye sığmalı, yirmi dört saatte kaybolmalı. Zaman hızlandı, duygular yüzeyselleşti, ilişkiler kısaldı ve yapaylaştı. Artık hepimiz yorgun ruhlarız. Yüz yüze görüştüğümüz arkadaşımız dahi olsa, buluşmak yada telefonla aramak yerine sitemimizi paylaşımlarımızda dile getiriyoruz. Ve ya herhangi birine kızıyoruz, tweet atıyoruz; seviniyoruz, paylaşım yapıyoruz. Ama duyguların kendisi, paylaşıldığı kadar yaşıyor. Vijital çağda hız, derinliğin yerini aldı. Ve biz, sürekli “bağlı” kalırken aslında birbirimizden kopmaya başladık.
Yapılan araştırmalarda istatistiksel verilerde belirtildiği üzere; We Are Social 2024 raporuna göre, Türkiye’de günlük internet kullanımı 7 saat 12 dakikayı geçti. Yani neredeyse günün üçte biri dijitalde geçiyor.”
Yaşamak mı, Görünmek mi? Vijitalizm bize büyük bir soru soruyor: “Gerçekten yaşıyor musun, yoksa sadece yaşadığını mı gösteriyorsun?”
Bazen düşünüyorum…
Bir fotoğraf çekmek için anı kaçırdığımızda, aslında hayatın kendisini mi paylaşmayı unutuyoruz?
Belki de artık yaşamak ve an’ın tadını çıkarmak değil, paylaşmak önemli hale geldi. Ve paylaşmadığımız her şey, sanki hiç olmamış gibi hissediliyor. Ben vijitalizmi bir teknoloji kavramı olarak değil, bir insanlık hali olarak görüyorum. Dijital dünya bizi birbirimize yaklaştırırken, aynı anda içimizdeki boşluğu da büyütüyor.
Artık hepimiz dijitalde yaşayan, görünürlükle nefes alan varlıklarız. Belki de dijitalde görünür olmayı değil, gerçekten hissedilir olmayı yeniden öğrenmemiz gerekiyordur.”
Belki bir gün, gerçekten “yaşamak” ile “görünmek” arasındaki farkı yeniden hatırlarız.
O zamana kadar ekranın ışığında, veriyle, beğeniyle, bağlantıyla yaşamaya devam edeceğiz. Ama unutmamak gerek: “Yaşam, paylaş tuşuna sığmayacak kadar derindir”.
