Mutluluk ile din arasında bağlantı kurularak dinsiz toplumların mutsuz oldukları öne sürülür.
Bunda kısmen doğruluk payı vardır ancak toplumları mutlululuğunu belirleyen şey ekonomik düzendir. Ekonomisi adil olan sistemlerde ortaya çıkan mutsuzluk sorunları bireyseldir, bunlar toplumsal travmaya dönüşmez.
Bir toplumda ekonomik düzen çarpık/bozuk ise o toplumda adaleti tesis etmek mümkün değildir.
Bu gibi toplumlarda din ne kadar yaygın ve etkin olursa olsun o toplumlar mutlu olamaz. Dinin rıza toplumu oluşturmasıyla ortaya çıkan mutluluk da gerçek mutluluk değildir. Farkındalık duygusunun köreltilmesiyle elde edilen mutluluk gerçek mutluluktan uzaktır..
Kapitalizm, toplumu sınıflar üzerine dizayn ederken sistemin yara açan taraflarını sürekli pansuman ederek sürekli zenginin kazanmasını sağlar. Bununla birlikte sahte bir mutluluk oluşturacak yolları da açık tutar. Din de bu yapı içerisinde yapıcı bir rol üstlenir.
Her şeyi sınıfların çatışmasına dayalı olarak izah eden Marksizm, aslında rayından çıkmış ekonomik sistemlerin sonuçları üzerine oturtulmuş bir ekonomik/toplumsal modeldir. Marks, toplumun mutluluğunu ortadan kaldıran şeyin sınıflar arasında çatışmadan kaynaklandığını öne sürer ve bu çatışmaların işçi sınıfının kontrolü ele almasıyla sona ereceğini ve toplumun mutluluğa erişeceğini iddia eder.
Oysa, üst sınıfları palazlandırmadan veya dinginliği sınıf çatışmasında aramadan, adalet üzere kurulacak olan bir ekonomik sistemde her şeyi yerli yerine koymak mümkündür. Bu ise insanı ahlaklı ve bilgili kılacak bir eğitimden geçmeyi gerektirir.
Aslında yaratılışın/varoluşun özünde böylesine bir nizam/intizam vardır. Kainatin varlığını sağlayan şey düzendir. Aradan bir zincirin kopması demek koca kainatın sonunun gelmesi demek.
Doğada olup bitenler birçok konuda yol göstericidir. Bu nedenle doğa belgeselleri bana son derece bilgilendirici gelir.
Geçenlerde izlediğim bir belgeselde olup bitenler varlıkların bir düzen içinde hareketleri halinde elde etmek istediklerine sorunsuz kavuştuklarını adeta ortaya koyuyordu.
Bu belgeselde; Amazon ormanlarında yıkılan bir ağacın bir saat içinde orada yaşayan canlılar tarafından nasıl yok edildiğini gösteriyordu.
Bir ağacın yıkılması halinde orada yaşayan binlerce hayvan böcek sırayla ağaçtan kendilerine yarayanı alıyorlar. Hayvan ve böcek sürüleri ağacın yapraklarından başlayarak elde etmeleri gerekeni alıp gidiyor,ardından başka sürüler devreye giriyor, onlarda almaları gereki alıp, yerini diğerlerine bırakıyordu. Yani her canlıya o ağaçtan bir rızık ayrılmıştı ve canlılar sadece kendilerinin alması gerekeni alıp gidiyorlardı.
Buradan anlaşılıyordu ki asıl olan kendi sınırını aşmamak, başkasına ait olan üzerine çökmeye çalışmamaktır.
Eğer arada bencil bir canlı topluluğu çıkar ve ortada olanı sadece kendisi almak ister, işi çatışmaya döndürürse bütün canlılar birbirine düşman kesilir, belki de sonunda rızıklarından olurlar, huzurları bozulur ve ormandan yok edilmesi gereken ağaç da ortada kalır.!
Anarşizmin öncü isimlerinden Bakunin ekolünden olan Kropotkin, toplumların doğal hallerinin sürdürülmesinin toplumsal düzeni sağlayacağını, o nedenle yapılacak olanın dış müdahalelerden uzak, fıtrata uygun eğitim olduğuna dikkat çekerek şöyle diyordu;
“elinize bir avuç çakıl taşı alıp, onu bir bardağın içine koyun, bardağı çalkalayın, göreceksiniz ki o çakıl taşları birbiriyle öyle uyumlu dizileceklerdir ki, onları hiçbir mimar öyle birbiriyle düzenli hale getiremez.”
Bizim düşünce dünyamızda en az ilgi gören önemli mütefekkirlerden biri olan Nurettin Topçu da, toplumların mutluluğu için gerekli olan üzerine kafa yoran nadir düşünürlerden biriydi. Ona göre bireylerin, toplumların mutluluğunu sağlayacak olan iki şey vardı; ahlak ve sağlıklı ekonomik düzen. Onun bunu sağlama adına savunduğu teori ahlaka, islam ahlakına dayalı sosyalizm idi..
Özet olarak şunu söyleyeyim: Ahlaka dayalı, adil bir ekonomik düzen kurulamadığı sürece dinin toplumsal huzura, mutluluğa beklenen düzeyde katkısı olamaz.!
Üstelik böyle bir sistem içerisinde din de din olmaktan çıkar..!