Şu sıcak yaz günlerinde insanların tatil planları ve hayalleri içinde olduğu zamanlarda bu konuları ele almamız rahatsız edici olabilir. Ama birilerinin topluma görülmeyenleri göstermek, kitlelerin gözünden kaçırılmak istenmeyenleri işaret etmek, millete sorumluluklarını hatırlatmak zorundadır. Ki yaşadığımız dünyayı yaşanır kılalım; ahiret hayatı için de hesabını veremeyeceğimiz işlerin yapılmasına engel olalım.
Artık düşünmeye ve Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin kurduğu dünyadan kurtulmanın yollarını düşünmek gerekiyor. Bu sebeple yaşadığımız dünyada olanları anlamaya çalışmak, sorgulamak, yeri geldiğinde yetkililerden, ilim sahiplerinden hesap sormak tüm insanlığa karşı Müslümanların sorumluluğudur. İnsanın yeryüzüne gönderilmesinde/yeryüzüne indirilmesinde yeryüzünde fesat çıkarıcı ve kan dökücü olarak değil, Allah’ın halifesi olduğunun bilincine varmalıdır. Müslümanların yeryüzünde görevinin de “insanın insana kulluğunu ortadan kaldırmak” olduğunu hatırlamalıdır. Kulluk konusunda eşit yaratılan insanların insanca yaşamasını temin edecek, yeryüzünde zulümlere engel olacak, kul hakkını gözetecek bir sistem kurmaktan Allah’ın sorumlu tuttuğunu yaz günlerinde de hatırlatmak gerek.
Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin kurduğu kapitalist sisteminin dayattığı yaşam biçimlerinin başına “İslamî” ibaresi getirmekle işlerimizi “İslamîleştirmiş” olma sanısından kurtulmak zorundayız. Örneğin kapitalizmin insan gücünden daha fazla yararlanmak ve seri/fabrikasyon üretim malların daha fazla tüketilmesini sağlamak için icad edilmiş tatile haremlikli, selamlıklı, haşemalı giderek olayı İslam’a uygun hale getirildiği kanısından, düşüncesinden derhal vazgeçilmelidir.
Hele dünyada herkesin gözü önünde bir soykırım yaşanırken ve insanlar çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetini yani Siyonizm’i sorgulamaya başladığı şu günlerde böyle süfli işlerle zaman kaybetmek Müslümanların hesabını veremeyeceği bir durumdur.
Müslümanlar, dünyada yaşanan tüm bu haksızlıkların, kötülüklerin, zararların, yanlışlıkların, çirkinliklerin, zulümlerin sebeplerini ele almaya mecburdur. Aslında günümüz Müslümanları bu zulüm ve sömürü dünyasına çözüm bulacak imkânlara modern zamanlarda hiç olmadıkları kadar imkâna sahiplerdir. Ama o vizyona ve inanca sahip değiller.
Yeryüzünde adaletli bir sistem kurmak zorunda olan Müslümanlar, hayatlarında İslam ne kadar var sorgulamaya başlamalıdırlar. İbadetlere gelince Allah’a yalvaran Müslümanların ekonomide de, eğitimde de, dış ilişkilerde de esas çözüm kaynağına yüzü dönmelidir. Öncelikle yaşadığı ortamı ve çevreyi inandığı değerler çerçevesinde şekillendirmelidirler. Kendi hayatında “hakkı” hâkim kılamayanlar dünya Siyonizm’ine karşı elle tutulur bir duruş sergileyemezler, ırkçı kapitalizmin saldırılarına cevap veremezler. Olayları şimdiden idrak etmeye başlayan toplum, bunun bedelini ağır şekilde ödeyecektir.
Ülkemizde şimdilerde ekonomide, iktisatta bir “firavun sistemini” yaşıyor olmasının sebebi, ülkemizdeki dindar kitlesinin zamanında Millî Görüş’ün sunduğu “Adil ekonomik düzen” teklifini red etmesidir. Millî Görüş’ün teklifleri yerine ekonomide faizci kapitalist sistemi uygulayan, iç yasaları düzenlemede Avrupa Birliği’nin dediklerini yasallaştıran, dış ilişkilerde ABD ve İsrail’in dediğinin dışına çıkmayan AKP’ye destek vermeleridir. Ülkemizde özellikle dindar kesim ülkedeki uygulanan bu firavunvari sistemden rahatsız olduklarını yüksek sesle söylemeye başlamak zorundadırlar.
Bu konuda mimar Turgut Cansever zamanında şöyle dikkat çekmiş: “Dinin bütün davranış biçimlerini nasıl tanımladığına, davranış biçimlerini neden öyle olması lazım geldiğini öğreten, açıklayan, düşünce temelleri ile birleştiği bir din hayat yaşayan bir toplum düşünün. Dinin öngördüğü sınırlar içerisinde hareket etmeyi mübah, onun dışına çıkmanın da günah olduğunu düşünen herkes birbirinin yardımına ihtiyaç duyuyor ve bir kolektif çaba oluyor. Burada bu kolektif çabaya yeni düşünceyi geliştiren ulemanın katkısı da kaçınılmaz oluyor. Böylece bu kültür, tarihi tecrübeyi de içine alarak kendi teknolojik, sosyal, psişik, ruhî dünyasının iç çelişkileri asgariye indirilmiş ürünü üretiyor. Ondan sonra da mimar denen insan bu aktüel şartlar içerisinde komşuyla iyi münasebet, sokaktan görünüş, iyi güneş ışığı almak, çocuğun oynadığı sokak kesimini ev kadınının görmesine imkân vermek, evdeki yaşlı i̇nsanla genç çocuğun ilişkisini düzenlemek vs. Bunların tümünü çözümleyecek aktüel çabayı ortaya koymak mecburiyetinde kalıyor. Bu genel felsefe olmayınca herkes rastgele, adeta kör dövüşü denecek bir ortamda, kendilerini kabul ettirmek için özel çabalar sarf ediyor, her köşesi bir büyük idrakin, bir büyük duyarlığın yansıması olması gereken şehrin bir kargaşa alanı olmasına sebep oluyorlar.”
Kısaca Müslümanlar hayata bütüncül bakmaya başlayıp inançlarını yaşamaya gayret etmedikçe, çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinden kurtulmaya çalışmadıkça bu zulümler artarak devam edecektir. Müslümanlar bireysel hayatlarında değerlerini ikame etmeye başlayarak insanlığın kurtuluşu için kapı arayabilirler.
Elif ÖRS