Milli Görüş’ün tek temsilcisi Saadet Partisi’nin Türkiye’deki iktidar – muhalefet sorunu bağlamında önemli bir duruş sergilediği ve iktidar olma konusunda da büyük irade ortaya koyduğu görülüyor.
Milli Gazete yazarı Bekir Gündoğmuş, Türkiye’deki iktidar ve muhalefet ilişkisinin son dönemdeki durumu hakkındaki önemli bir yazı kaleme aldı.
Gündoğmuş, yazında Milli Görüş’ün Türkiye’deki muhalefet sorununa çözüm odaklı bir duruş sergilediğini ve iktidara gelme konusunda somut adımlar attığını kaydetti.
Milli Görüş’ün temsilci Saadet Partisi dışındaki muhalefet partilerinin iktidara gelme konusunda ciddi çözüm öneriler ortaya koyamadığını kaydeden Gündoğmuş, Türkiye’de muhalefet sorununa işaret ederek, “Muhalefet açısından ise durum daha ilginç bir durum arz ediyor. İktidarın bu denli yıpranmışlığına karşın belirli bir oy yüzdesine sahip hiçbir muhalefet partisinin seçmenin karşısına güçlü bir şekilde çıkamaması gibi ciddi bir sorun ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu yüzden haklı olarak Türkiye’de “iktidar değil, muhalefet sorununa” yoğunlaşmak gerektiği dillendiriliyor.Mevcut iktidar partisi bugün koltuğu devretse somut olarak ekonomide, sanayide, ticarette, eğitimde var olan kronik ya da acil sorunlar nasıl aşılacak sorularının yanıtları muhalefet açısından halen belirsiz bırakılmış görünüyor. Baksanıza, ekonomik krizin iyiden iyiye kendini hissettirdiği bir ortamda ana muhalefet partisinin seçmene sunduğu vaat ilginç bir popülizmle “ilk kez araba alacak olan gençlere ÖTV indirimi” olarak ilan ediliyor” dedi.
Gündoğmuş “Türkiye’de muhalefet ihtiyacı ve Millî Görüş” yazısında Türkiye’deki iktidar – muhalefet bağlamındaki son dönemdeki tablo konusunda dair şu değerlendirmeyi yaptı:
“Türkiye, gerçek anlamda bir siyasal ve ekonomik kriz ile karşı karşıya.
Bu noktada, iktidarın icraatları ile ülkeyi getirdiği noktayı uzun uzun anlatmaya gerek bulunmuyor. Ortaya çıkan mevcut tabloyu, 20 yıldır uygulanan yanlış politikaların sonuçları olarak görmek gerekiyor.
Bir de üstüne 20 yılın verdiği metal ve mental yorgunluk eklenince tablonun vahameti daha da belirgin hale geliyor.
Muhalefet açısından ise durum daha ilginç bir durum arz ediyor. İktidarın bu denli yıpranmışlığına karşın belirli bir oy yüzdesine sahip hiçbir muhalefet partisinin seçmenin karşısına güçlü bir şekilde çıkamaması gibi ciddi bir sorun ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Bu yüzden haklı olarak Türkiye’de “iktidar değil, muhalefet sorununa” yoğunlaşmak gerektiği dillendiriliyor.
Mevcut iktidar partisi bugün koltuğu devretse somut olarak ekonomide, sanayide, ticarette, eğitimde var olan kronik ya da acil sorunlar nasıl aşılacak sorularının yanıtları muhalefet açısından halen belirsiz bırakılmış görünüyor.
Baksanıza, ekonomik krizin iyiden iyiye kendini hissettirdiği bir ortamda ana muhalefet partisinin seçmene sunduğu vaat ilginç bir popülizmle “ilk kez araba alacak olan gençlere ÖTV indirimi” olarak ilan ediliyor.
Küçümsemek bakımından söylemiyorum lakin iktidar adayı muhalefet partilerinin gündeminde AK Parti eliyle küresel sisteme iyiden iyiye bağlanan Türkiye’nin bu cendereden nasıl kurtarılacağının cevaplarının olması gerekmiyor mu?
Türkiye’de iktidar değiştiği halde faizci finansal sistem varlığını aynen koruyacaksa, eğitimde materyalist politikalar aynen devam ettirilecekse, siyaset Makyavelist çizgisine devam edecekse bu değişikliğin ne manası olabilir ki?
“Biz söyleme bakarız, muhalefetin söylemlerinde de hep güzel temenniler var” diyenlere, AK Parti’nin de 2002 yılında serdettiği insan hakları, barış-adalet temalı nutuklarını yeniden hatırlatmak gerekiyor.
Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz! Biliyoruz ki, “-cek, -caklarla” iktidara gelenler “-mış gibi yaparak” iktidarlarını sürdürürler.
Nihayetinde örneğin CHP ya da İyi Parti’nin sistem önerisi getirmediği gerçeği ortada ama zaten İstanbul ve Ankara belediyelerinde iki buçuk yıldır ihalelerin, işe alımların yönünün takip edilmesi de meselenin anlaşılması için kâfi gelecektir.
Onun için söylemlere değil, eylemlere yoğunlaşmak gerekiyor. Böyle olunca da daha genel bir değerlendirme beklentisi artıyor.
Şunu net olarak söylemek gerekiyor ki; Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik kriz durumundan kurtulması için bugünkü muhalefet anlayışından ötede güçlü bir muhalefet ihtiyacı bulunuyor.
Bu noktada, siyasal hayatımızın gerçek somut muhalefetinin 1970’ten beri Millî Görüş partileri olduğunu biliyoruz.
Bir parti olmanın ötesinde fikri bir hareket olduğunu ispat edercesine Millî Görüş, mevcut sorunların tespiti ve çözümüne dönük teoriler geliştirmiş, bunları da uygulama bulma imkânı buldukça pratiğe aktarmıştır.
Türkiye’de ilk kez başkanlık sistemini öneren, Adil Ekonomik Düzen prensibiyle Havuz Sistemi gibi çözüm önerileri geliştiren, Ağır Sanayi hamleleriyle kalkınma perspektifi geliştiren, İslam ülkeleri ve halklarıyla yoğun iletişim kurarak ulus-devlet kurgularının ötesine geçen ve bütün bunları da muhalefetteyken yapan bir hareketten söz ediyoruz.
Böylesi bir muhalefet Türkiye’de tüm partiler için büyük bir imkân oluşturmuştur. Bir yandan kendi projesini ortaya koyan ama öbür yandan da iktidar ya da muhalefetteki “diğerlerini” hizaya çeken bir muhalefet anlayışından söz ediyoruz.
Bugün böylesi bir muhalefete Türkiye’nin her zamankinden daha fazla ihtiyacı bulunduğu apaçık ortadadır.
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen ve gündeme damgasını vuran Erdoğan-Karamollaoğlu görüşmesini ilgiyle izleyenler olduğu kadar kaygıyla izleyenlerin olması da doğrudan bununla ilgilidir.
Görüşmeyi koltuk krizine çevirmeye kalkanlar, aslında gerçek muhalefet anlayışının ortaya çıkmasından kaygılandıklarını ifşa ediyorlar.
Hatırlarsınız, 28 Şubat sürecinde Erbakan Hocamızın mücadelesini anlatmak gayesiyle birilerince “savunan adam” yakıştırması yapılmıştı. İşin doğrusu genel kabul da görmüştü bu yakıştırma.
Ama Erbakan Hocamızın bizatihi kendisine söylenildiğinde “ne savunması, biz hiçbir zaman savunmada kalmadık, her daim hücumdaydık” diye itiraz ettiğini duyduğumda “meseleye nereden bakmamız gerektiğini” fark etmiştim.
Şimdi bakıyorum da, o gün Hocamız için “savunan adam” sıfatını uygun gören çevreler halen Millî Görüş’ü savunma psikolojisine itmeye çalışıyor.
AK Parti yüzünden İslam’a zarar geliyor, o halde aslında İslam bu değildir kabilinden savunma yapılması gerekir diye düşündürtmeye çalışıyor.
Hâlbuki böyle yapıldıkça Millî Görüş’ün kendi politik zemininin bulanıklaşacağını ve dahası seküler, milliyetçi siyaset algısının yerleşikleşmesine zemin hazırlanacağını gayet iyi biliyorlar.
O halde dertleri nedir?
Çünkü “hırsız, en çok ev sahibinden korkar!”
MİLLİ GAZETE